Sıradan Bir Günün Başlangıcı

Sıradan Bir Günün Başlangıcı
Bunu küçük adımlar ve büyük kararlar olarak değerlendirebiliriz. Küçüklükten beri sık sık tekrarlanan bir cümle değil midir “Evden çok fazla uzaklaşma yoksa kaybolursun”. Hatta bunun üzerine çizgi film bile yapılmış “Bahçe Duvarının Ötesinde”. Ev dediğimiz sınırları belli alana aidiyet besleriz, kim olduğumuz tanımlanmıştır ve kucaklanmıştır, güvenli hissettiğimiz yerler de. Sabah yürüyüşüne kahve almak için çıkıp döndüğünüzde eski sizden birazcık eksildiğinizin farkına varmadınız yâda trafik olduğu için direksiyonu tereddüt etmeden sola kırdığınızda daha önce hiç farkına varmadığınız bir sokağa girdiniz ve farklı bir tecrübeye şahitlik ettiniz. Modern toplum kültüründe genellikle insan aidiyet duygusu ile ilişkilendirilir. Bu yüzdendir ki insan yeni başlangıçlara adım atmaya çalışırken aynı zamanda toplumsal bilinç kültürüne adapte olma güdüsünü gizleyemez fakat aynı zamanda kendini tanımak ve anlamlandırmak için çitin arkasına geçme arzusunda bir çocuk edasıyla ürkek ve çekingen davranışlarıyla bir mücadele içindedir. Çünkü aslında bildiği “ben kimim” i unutmak bazen zorlayıcı bir süreçtir ki herkesi yeni bir maceraya itmekten geri kalmaz. Eyvahlar olsun kahraman bu yolculuğun üstesinden gelebilecek mi? Eski benliğimizi karşımıza almak derin sorumlulukları ile birlikte derinleşir. Öyleyse, başlangıcı yani özümüze olan dönüşümü geciktirmeye yöneliriz. Mike Mills’in Beginners filminde geçen “Olduğun yerde kalıp yine de insanları terk etmenin yollarını bulabilirsin.” alıntısı, bu derin içsel çelişkiyle bağlantılıdır. Aklında belirli bir fikir olanlar için, tabiri caizse, bu söz, sanki mükemmel bir uyumla çevrelenmiş gibi, fiziksel olarak bir değişim olmasa da içsel olarak yeni bir başlangıca teslim olarak her şeyin üstesinden gelinebileceğine dair güçlü bir his barındırır. Geçmişle vedalaşmak istemediğimizde başlangıçlar hep ertelediklerimiz olarak kalır, günün sonlandığını anlama cesaretinde bulunanlar için ise ertesi gün güneş doğar. Çöp kutusu görüntüsünün ekrana geldiği sahne eskilere veda zamanını hatırlatır. Küçük buruk bir yabancının, Arthur, ana karakterin arabasına davet edilmesiyle karanlık bir akşamda başlanılan yeni bir yolculuk. Yatağa uzanıldığında akla gelen ilk şey güneşin nasıl göründüğü yâda yıldızların sonrasında güncel bir zamanda önce geçmişte nasıl göründüğü daha siyah beyaz karelerle çekilmiş bir anı. Değişmiş gülüşler, kadrajlar ve bunların hepsinin birer başlangıç hikâyesi. Filmin ana karakterinin babasının güncel hayatının mutsuzluğunu terk etmek için bütün hayatı için koca bir adım atması, Oliver’ın ise her şey için bir hanesinin olması. Kâğıttan devasa bir tişörtün üstüne ise bir şeyler karalarken içsel olarak aslında karakterinin başka biri tarafından yaratıldığını, ona kalanın sadece o aptal tişört olduğunu vurgular. Tişörtü belki de toplum içinde giyip çıkarması ve oynaması gereken rolüdür ve makul sayıda başarısızlığa maruz kalmıştır. Gerçek anlamda bir kostüm partisinde (hayatla olan ilişkisini ayırt etmek zor olsa gerek (!)) gözlerimizdeki mutsuzluk yeni bir başlangıcın çağrısıdır. Zaman zaman kimileri bu başlangıcın eşlikçisi olur, sessizce özel olduğunuzu dışardan baktıklarında anlarlar. Hikayeye ortak olarak spontane yolculuktaki rotayı belirlerler. Farkında olmadan, bizi tanıyan birinin sıcaklığı, varlığını bilmek bizi korkutucu başlangıcın dışlanmışlığından kurtarır. Katılmak istemediğiniz parti, değiştirmek istemediğiniz kıyafetler yâda okumak istemediğiniz gazeteler hepsi birer dost değil midir aslında. Herhangi bir adım için gözümüzün görmesi mi gerekir bazı şeyleri yoksa orda öylece duran bir kâğıt parçasının bile bizim yanımızda olduğunun farkında mıyız? Filmde geçen sahnenin bu durumu benimsemesi gibi “yarısı, işlerin asla yolunda gitmeyeceğini düşünüyor. Diğer yarısı ise, sihre inanıyor”. Daha kendinizin kim olduğunu hatırlayamıyorken, kaybolmuş ve bulamamışken bir yabancının da sizi tanımaması fikri rahatlatıcı olabilir. Benimle aynı fikri paylaşan bir yabancı, oda beni tanımıyor yani bu pekte korkulacak bir şey değil, belki de bu yeni bir başlangıç için bir aitlik duygusu yaratabilir. Kim bilir, boş bir odanın getirdiği özgürlük ile kim olduğunu bilmezliğin başlangıcında rahatsız hissetmezken ve bundan şikâyet etmezken, bazıları bu yeni başlangıcın gizeminde yol olduğunu sanır. Oliver ve Anna için durum farklı gibi gözükse de ortak noktada her ikisi de birbirlerini bulamamaktan, birbirlerinin iç dünyalarında kaybolamamaktan korkarlar. Oysa hayatın kendisinin anlamını bulamamışken bahçe duvarının arkasına atlamama gücünün sahibine bu denli itaat etmek aslında büyük bir yanılsamadır. Bunun yanılgının farkında olan Oliver’ın babası son zamanlarını yeni başlangıçlara koşarak, bilinmeyene kendini bırakarak sonsuz ihtimallerin tadını çıkarır. Hayatın anlamının aslında tamda bu belirsizliklerde anlam bulduğunu keşfeder. Anna için ise hayatın içinde sadece anın tadını çıkarmaya tanıklık eden bir yabancının gözünde tekrardan ev kavramını sorgulamasına olanak sağlamıştır. Sonuç olarak, başlangıcın sonucunda ulaştığımız şey aslında kendimizdir yani ev olarak tanımladığımız şey de kendimizizdir aslında. Gün sonunda eve kimi davet etmek istediğimiz ise yolun sonunda karar verdiğimiz yada asla cevabını bilemediğimiz bir sırdır. Anna ve Oliver’ın birbirlerini kendi evlerine davet etmeleri aslında kendilerini birbirlerinde tekrardan bulmalarıdır. Bunu farkettiklerinde ise yine bir başlangıçla yüzleşme fikrinin korkutucu gelmesidir. Bazı başlangıçlar siz farkında olmadan sizi sürükler ve özünüzün dönüşmesi gereken kişiye sizi götürür, ne kadar direnç göstersekte o adım atılacaktır. Filmdeki o anlamlı sözle, "Ne yaptığımı (ben de) bilmiyorum ama burada olmak (yazı yazmak) istiyorum" diye başlamak, bir anı tam anlamıyla içselleştirmek gibidir. Başlangıçlar form değiştirebilir. Bazen başlangıçlar, hiçbir plan olmadan, kendiliğinden gelir; sadece bir anlık duygu, bir düşünce, bir hissiyatı takip ederler. Bazense eski bir yolculuğun tamamlanması. Ve bazen, bazenler çoğalabilir ve farklı bir gerçekliğin kapasını aralar. Başlangıçlar için, filmin açılışında duyduğumuz Hoagy Carmichael’ın Stardust şarkısıyla, zamanın dönüşümüne kendinizi bırakmanızı tavsiye ederim.